Ecevit'ten sonra ilk kez CHP'nin Türkiye'nin birinci partisi olduğunu vurgulayıp konuşmasın başlayan Özgür Özel şu ifadeleri kullandı:

"Vefayı iktidar yaparak göstermeye kararlıyız"

Birinci çıkararak ve ilk seçimlerde sonra buraya geldiğimde de partimizi iktidar yaparak geleceğim demiştim. Bugün o sözü tutmanın onurunu yaşıyorum. Bugün o sözü tutmanın onurunu ve gururunu yaşıyorum. İlk söz tutuldu. Onun gibi girilen ilk yerel seçimlerde Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün partisi, Cumhuriyet Halk Partisi Türkiye'nin birinci partisi. Sözlerimizi teker teker tutmaya, teker teker başarmaya, kararlılıkla, inançla, öz güvenle ilerlemeye ve bu büyük sözü tutup partimizin yaşayan genel başkanlarına en büyük vefayı, rahmetli genel başkanlarına en büyük vefayı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün partisini iktidar yaparak göstermeye kararlıyız arkadaşlar.

Diyabetli çocuklar için seslendi: ‘Sözünü tut’

Bu kürsüye geçen sene ilk çıktığımda, ilk grup toplantısında gündemimde ilk olarak diyabet hastası çocuklar vardı. Demiştim ki, bugün Dünya Diyabet Farkındalık Günü. Tip 1 diyabetli çocuklarımız var. Doğuştan şeker hastası. Devlet onlara şeker durumlarının ölçülüp insülin iğnesi yapılmasıyla ilgili masrafları karşılıyor. Yani parmağa bir iğne batırıyorsunuz, kan çıkıyor, ölçüyorsunuz. Duruma göre de iğne yapıyorsunuz. Bu küçücük bebeleri, o yumuşacık parmakları, 5, 6, 9, 12 yaşındaki evlatların canını yakıyor. Bu eski teknoloji. Şimdi dünyadaki bütün çocuklar, Türkiye'dekiler hariç, artık bundan kurtuldular. Buraya bir sensör takılıyor. Kan şekeri annesinin, babasının cep telefonuna anlık olarak geliyor. İğne olması gerekirse uyarı geliyor, doktoruna da bildiriyor. Hatta ve hatta devamında artık insülin pompası var, karna konuyor. Buradan bilgi gidip insülin salgılanıyor ve her şekerden ve her ünite insülinden annenin, babanın, doktorun anlık haberi oluyor. Bizim Sosyal Güvenlik Kurumumuz bunu ödemiyor. Bunu anlatmıştım. Bu gündemden sonra bakan çıkıp, "Evlatlarımızın bu sorununu en kısa sürede çözeceğiz." demiştiler. Bir yıl geçti. İdil'lerin, Mehmet'lerin, Kübra'ların, Mustafa'ların günde 10-12 kez parmakları delinmeye devam ediyor. Sayın Bakan, benim hala canım yanıyor. Sizin sözünüzü tutmanızı bekliyor bu evlatlar. Bir kez daha hatırlatıyoruz.

"Esenyurt'a darbe girişimi başlayınca..."

Bir yıl geçti. Bir yılın sonunda, bir yılı değerlendiren bir kamp yapmak üzere Antalya'ya gidiyorduk. Ancak o sırada Esenyurt halkının seçilmiş belediye başkanına darbe girişimi başlayınca kampı iptal ettik. Bütün grubumuzu İstanbul'a çağırdık. Başında ve sonunda birer Merkez Yönetim Kurulu toplantısı, iki gün, günün, sabahın erken saatlerinden günün ilerleyen saatlerine kadar grup toplantıları, yine tam gün bir Parti Meclisi toplantısıyla bütün meseleleri enine boyuna ele aldık. Şimdi hem tespitlerimizi hem yaşananlara nasıl baktığımızı hem de konuşmamın sonunda önemli bir çağrıyı yapmayı görebiliyorum. Öncelikle şunu söyleyelim: Altı büyük, hiçbir partiye aidiyeti olmayan, abonelik sistemiyle çalışan firmanın ortalama anketleriyle hep birimiz teker teker inceledik kampta.

"Geçen sene bugün CHP'nin oyu düşmüşken..."

Cumhuriyet Halk Partisi geçen sene bugün kararsızlar dağıtıldığında dahi en yüksek ölçüldüğü ankette 19, ortalama 17, kararsızlar dağıtılmadan %13'lük bir oyla büyük bir ümitsizlikle karşı karşıya iken bugünden itibaren 81 il başkanının kenetlenmesi, bütün delegelerimizin kenetlenmesi, örgütümüzün kenetlenmesi, grubumuzun mücadelesiyle ve aday belirlemede kadınlara, ki bugün İzmir belediye başkanları burada, 14 kadın aday göster, 9 kadın aday gösterdik, 8'i seçildi. Gençlere 14 genç aday gösterdik, 13'ü seçildi. 31 adayımızın 29'u seçildi İzmir'de. Kadınlara, gençlere ve ölçme değerlendirmeye güvenerek yaptığımız işlerle ve partinin uğradığı değişime, toplumun açtığı krediyle yükseliş başlıyor. Seçim satıh maline gelindiğinde partinin oyu bir ay öncesinde yüzde 30'u geçiyor. O ay yüzde 38 alıyoruz ama "Bu pazar seçim olsa?" sorusuna yüzde 34'lerde CHP cevabı veriliyor ve o büyük zafer geliyor o gece. Ben bunu öncesinde 105 mitingde isim isim sayarak, ölçme değerlendirme öyle bir şey. Sürprizlerle veya temennilerle değil, ne olacağını bile bile siyaset yapmak. Söylediğin sözün doğurduğu sonucu da görmek, gelecekteki umudu da, riski de görmek. Ölçme değerlendirmeyle, veriye dayalı siyaset. Ben ne Kilis'i bıraktım size müjdelemedik ne Amasya'yı ne Kastamonu'yu ne Uşak'ı ne Afyon'u, hatta Kütahya'yı. Ne Denizli'de yanılttık sizi ne Balıkesir'de ne Bursa'da ne Manisa'da. Ne mevcutları korumakta ne ya yenileri eklemekte. O günden beri de aynı altı ortalamaya bakarak gidiyoruz.

"Üç büyük saldırı var Cumhuriyet Halk Partisi'ne ve Türkiye'ye"

Parti kah düşmüş, kah çıkmış, kah düşmüş. Daha doğrusu hep çıkmış, yukarılarda kalmış, bir kere düşmüş. Ne zaman düşmüş? Eylül ayında biraz düşmüş. Biz işe kapanıp da kurultay konuşunca. Yani kelime bulutlarında işsizlik, yoksulluk, asgari ücret, emekli, emekçi yerine bizim konuştuğumuz kelimelerin içine kurultaylar, seçimler, delegeler girince millet birazcık "Eyvah!" demiş. "Eskiye mi dönüyor bunlar? Yine birbirleriyle mi uğraşacak bunlar?" Sadece eylülde düşmüş. Ekimde yine çıkmış. Dokuz firmanın dokuzunda ama baktığımız altı firmanın altısında ekim ayında parti yine birinci parti olmuş. Bir şeyi gördük. Bir şeyi takip ettik. Denemeler var, denemeler. Üç büyük saldırı var Cumhuriyet Halk Partisi'ne ve Türkiye'ye. Saldırılardan birincisi: Meclis başkanını da alet ederek, bir ara ittifak ortaklarını konuşturarak, Meclis başkanının randevu alıp gelmesiyle "Yeni anayasa konuşalım. Bir masa kuralım. Oturup anayasa konuşalım." Cevabımız net olmuş. Hem Sayın Kurtulmuş'a hem Sayın Erdoğan'a şöyle dedik. 

Kurullarımızdan aldığımız yetkiyle dedik. Hepinizin ortak iradesini söyleyerek dedik. "Mevcut anayasaya uymayanla anayasa yapılmaz, anayasa konuşulmaz." Dedik ki, Vera, babası Tayfun Kahraman partimizin üyesidir ve Gezi tutuklularının hepsi ailelerine kavuşmadan, AİHM kararları uygulanmadan, AYM, Anayasa Mahkemesi'ni kapatmak bile konuşuluyor, kararlarına harfiyen uyulmadan, birinci kademe Anayasa Mahkemesi'yle kafa tutuyor. AKP'liler de o kavgada taraf tutuyor. Bu tip işler asla ve asla olmadan. KHK deyip atmışsınız, attığınız KHK'lı mahkemeye gitmiş, mahkemeyi kazanmış. Hatta hakim, savcı bakmış, "Soruşturmaya gerek yok." demiş, takipsizlik vermiş. Onlar haklarına kavuşmadan. Yani tam bir anayasal uyum olmadan, "Bu kapıyı bir daha bu maksatla çalmayın." dedik. O kapı orada kapandı. Ama niyet, ama niyet anayasa değiştirmek. Bir yandan gündemi ele almak. Çünkü ne konuşuluyor sokakta? Özgür Özel ne konuşuyor? CHP grubu ne konuşuyor? İl başkanları ne konuşuyor? İlçe başkanları ne konuşuyor? Biz asgari ücrete zam diyoruz. Dört kez verecektiler, ikinciyi bile vermediler. 17.000 liralık asgari ücretin alım gücü düşmüş 10.000 liraya şu anda, verildiği güne göre. Biz emekli konuşuyoruz. Biz sendikal mücadelelere destek veriyoruz. Biz yoksulluk konuşuyoruz. Umutsuzluğu umuda çevirmeye çalışıyoruz. "Aman!" dediler. "Bütün anketlerde bunlar yukarıda. CHP'nin gündeminde, halkın gündeminde. CHP birinci, biz geride. Gündemi ele alalım. Anayasa sisi hem gündemi ele alacak hem de Tayyip Bey'in gönlüne göre yeni bir anayasa yapacak."Tam o gündem kapandı, ardından toplum hayat pahalılığı altında ezilirken, kadınlar, çocuklar, bebekler, canlar, kediler, köpekler, ormanlar yaşam tehdidi altındayken, yaşam hakları ihlal ediliyorken bu sefer 3. Dünya Savaşı'nı konuşmaya, İsrail'in Türkiye'ye saldıracağını Meclis kürsüsünden söylemeye ve bir anda televizyonları "İsrail'in fırkateyn sayısı, Türkiye'ninki. Onda F-35 var, bizimki F-16. Onun Gök Kubbesi var, bizimki zayıf mı? Ordu güçlü mü, güçsüz mü?" tartışmasıyla "Güvenlik konuşsunlar, yoksulluk konuşmasınlar." diye bir tartışma başlattılar. Orada başta bazı liderlerin, bazı kıdemli siyasetçilerin de haksızca söylediği bir şey, Meclis tecrübemiz sayesinde ne kadar doğru olduğu ortaya çıktı. Dedik ki: "Ülkenin cumhurbaşkanı böyle korku siyaseti yapamaz. Hemen kapalı oturum yapacağız. Gelip anlatacaksın. Gelmiyorsan bakanlarını yollayacaksın. 10 yıl açıklanmayacak bu bilgilerle İsrail'in Türkiye'ye saldırı tehlikesini öğreneceğiz. Eğer hak verirsek susacağız ve destek vereceğiz ama sen bunu siyaseten yapıyorsan söylemediğini ifşa edeceğiz." Efendim, "Kapalı oturum milletten gerçekleri kaçırmaktır." diye bir safsatadansa gördük ki hep beraber orada hiçbir şey konuşulmadı. Konuşulanı söylemedik, konuşulmayanı ifşa ettik ve millet böyle bir şeyin siyasete alet etmek için, korkuyu örgütlemek için, umudu örgütleyemiyor, korkuyu örgütlemek için yaptıklarını ifşa ettik. O günlerde sundukları kanun teklifi vardı, Savunma Sanayi Fonu. Hepimizden 60 milyon toplayacaktı, 60 milyar. Bütçe var, koy oraya 60 milyar lazımsa. 160 milyar koy. Yok. Senden benden toplayacak. Niye? Aidat, aidiyet yaratsın diye. Bu kadar zor durumdayım ama devletimiz bu kadar büyük bir tehlike görmese, bu kadar yoksulluk varken gelip de benden para istemez. Demek ki tehlike büyük.

Bu hissi yaratmaya çalıştılar. Maskelerini düşürdük. Şimdi o kapalı oturumu eleştiren kimse yok. Herkes diyor ki, evet, bir gündem yaratıldı, 3. Dünya Savaşı gündemi yaratıldı ama bunun maksadı vatandaşı oyalamaktı, kandırmaktı. Onu da savuşturduk. Tabii o sırada, "tehlike büyük" denirken, o sırada savunma sanayi fonu teklif edilirken, o sırada TUSAŞ'a yapılan, TUSAŞ'ımıza yapılan hain terör saldırısını, o saldırının hangi algıyı pekiştirdiğini, o saldırıyı yapan terör örgütünün hangi hizmete, hangi amaca hizmet ettiğini de aklımızın bir kenarında hep tutalım. O saldırıyı yapan terör örgütü ki PKK üstlendi, o gün yaptığı saldırıyla yarattığı, yaratılmaya çalışılan iklime ne katkı sağladıklarını görelim. PKK'nın bu eylemi kime yarıyor bunu bir kenara not edelim. PKK'yı tanımak açısından, bunları tanımak açısından.P artimiz sürekli halkın gündemini konuşurken yeni bir saldırı ve yeni bir hamle ülke gündemini meşgul etmeye başladı. Sayın Bahçeli önce bir el sıkıştırdı, ardından geldi şu yan odada, bir kürsüde Abdullah Öcalan'ın Meclis'teki o kürsüye, kendi konuştuğu kürsüye davet etti. "Gelsin bu kürsüden," Dem de o kürsüyü kullanıyor, "bu kürsüden çağrı yapsın" dedi. Bir kere o kürsüye "Dem kürsüsü" demenin o kürsünün Meclis kürsüsü olduğu gerçeğini yani Türkiye'deki, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde bahçede de yapılsa bir açıklama, bunun yasama ve denetim faaliyeti olduğu anayasal bilgisini bir kez daha hatırlatmak, vatandaşlarımızla paylaşmak isterim. Dedik ki: "Gel bakalım buraya ve gel bakalım buraya ve bir açıklama yap sonra da umut hakkından yararlan." O günden bugüne Türkiye bir gündemle çalkalanıyor. Recep Tayyip Erdoğan'a geçen hafta yaptığım çağrı şuydu: "Konuş! Bahçeli'nin sözlerini paylaşıyor musun, paylaşmıyor musun, konuş!" Bu çağrımızdan birkaç gün sonra Devlet Bahçeli'yi övgü dolu sözlerle sahiplendi. Yani bu projenin aralarında bir fikir ayrılığı olmaksızın hazırlandığını, Devlet Bahçeli tarafından sunulduğunu, kendisinin de belli bir süre suskun kaldıktan sonra buna sahip çıktığını netleştirdi. Bugün de, bugün de Sayın Bahçeli yaptığı konuşmada aynen şu ifadeleri kullandı: "Dem Grubu'na gelsin, bizim kürsüyü alsın" diyor. "Umut hakkından istifade etsin, sözümün arkasındayım, teklifimde ısrarlıyım. Tabular kalktıkça, ezberler bozuldukça, statüko delinince insanlar birbirine dürüst davrandıkça, içlerinden geçeni özgürce söyledikçe bir anlaşma ve bir mutabakat noktasından diğerine küçük adımlarla ilerlemek çok daha kolaydır." diyor. Ve esas bunu ömrüm boyunca saklayacağım ağzındaki baklayı çıkarıyor. Belki siz buradayken tam duyamamış olabilirsiniz...

'Erken seçim yapılmalı mı?' sorusuna anketten çarpıcı sonuç 'Erken seçim yapılmalı mı?' sorusuna anketten çarpıcı sonuç

"İkinci parti olmuş bir partiye kayyım atayacak cesareti gösteriyorlar"

Birbiriyle huzura kavuşamayanlar, birbirleri ile bir arada yaşayamayanlar Türkiye'nin ayrımcılığını nasıl giderecek? Ben "Eşitlik yok. Kürtler eşit hissetmiyor. Kürtler ayrımcılığa uğradığını hissediyor." dediğimde, buna laf edenlere söylüyorum. Devlet Bahçeli diyor ki: "Türkiye'nin ayrımcılığını nasıl giderecek? Ve devam ediyor. Nasıl bir arada yaşayacak? Bu kapsamda lazım gelen anayasal düzenlemeyi yapmak, bu kapsamda lazım gelen anayasal düzenlemeyi yapmak önümüzdeki görevler arasında olmayacak mıdır? Devlette devamlılık, siyasette istikrar Türkiye Yüzyılı'nın inşası için Sayın Recep Tayyip Erdoğan güvencedir, milletin sevdalısıdır. Tecrübesi ve birikimiyle bize göre tek seçenektir." diyor. Ve konuşmasında "Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın bir kez daha seçilmesi doğal ve doğru bir tercih değil midir?" diyor. Şimdi bütün Türkiye duysun ki neymiş yaptıkları? Bir kere söyledikleri şuymuş: Kürt sorunu yoktur. Kürk sorunu vardır. Recep Tayyip Erdoğan'ın Kürk sorunu. Kürk sorunu vardır. Ne Türk ne Kürt ne Alevi ne Sünni, bunların dost kaygısı yoktur, dostluk projesi yoktur. Bunlarca dostluk sorunu, dost sorunu yoktur. Recep Tayyip Erdoğan'ın post sorunu vardır. Postunu bırakmak istememektedir. O kadar ki, o kadar ki, sırf Recep Tayyip Erdoğan geçmişte "Bal da tuz bulunmaz. Bir tek senden cumhurbaşkanı olmaz." dediği Recep Tayyip Erdoğan bir kez daha aday olabilsin, bir kez daha seçilsin diye anayasa değiştirmekten, bunun için de gerekirse Abdullah Öcalan'ı bile Meclis'e getirmekten bahsetmektedir. Samimiyet budur. Sonda bu konuda önemli bir çağrıda bulunacağım. Ancak partimizin Kürt sorununun var olduğunu, çözüm adresinin Meclis olduğunu ancak toplumsal mutabakatla bunun sağlanabileceğini hiçbir partiyi, hiçbir grubu dışlamadan ve olmazsa olmaz altın standardımdır, kırmızı çizgimdir. Şehit ailelerinin, evlatlarının, eşlerinin ve gazilerimizin yüzüne bakamayacağımız hiçbir şey yapmadan bu sorunu çözeceğiz. Tabii bu sürecin, bu sürecin tuzaklarla dolu bir süreç olduğunu bilelim. İşte Esenyurt'ta yaşananlar, kurduğu hiçbir tuzaktan sonuç alamayan iktidar bu kez Türkiye'nin en büyük ilçesine kayyım atayarak karşımıza çıktı geldi.

İkinci parti olmuş bir partiye kayyım atayacak cesareti gösteriyorlar. Yerel seçimlerde Türkiye'nin dünyada en bilinen, en gözde kentine, dünyanın gözbebeği kentine, İstanbul'a, onun en büyük ilçesine kayyım atıyorlar. Bunu yaparken önce Esenyurt, Esenyurt üzerinden İstanbul, İstanbul üzerinden Türkiye'yi kuşatmayı, Türkiye'deki yöneticilerin seçilme hakkına değil, milletin seçme hakkına el atmaya tenezzül ediyorlar. Ve bunu maalesef FETÖ'nün yöntemleriyle, FETÖ'nün Zekeriya Öz'ünün yaptıklarının hemen hepsini hep birlikte yaparak, hepsini birden kullanmaya Zekeriya Öz bile yeltenmemişken, geliyorlar bunlara yelteniyorlar. Bakın sabaheleyin her sabah belediyeye giden birisini, belediyeye odasına gidip davet edebilecekken, bir telefonla çağırabilecekken illa gözaltı yapacaksan evden çıkışını bekleyip polis aracına davet edebilecekken, sabah 5.00'te şafak operasyonuyla, FETÖ taktikleriyle evin kapısını bir çilingir ve bir balyoz marifetiyle kırarken korkulu bir eş açıyor. O eş "Ne yapıyorsunuz?" deyince ite kaka içeri giriyorlar. "Kaldırayım, uyandırayım Ahmet'i." diyor. "Sen dur." diyorlar. "Burada bekleyeceksin." Yatak odasına polisler giriyor. Uyumakta olan kişiyi, Ahmet Özer'i, başkanımızı yatağında yorganını bizzat açarak kaldırıp gözaltına alıyorlar. Bu uygulama, bu uygulama sadece yataktaki kişinin bomba tuzakladığı düşünülüyorsa, canlı bomba ihtimali olması düşünülüyorsa yapılan, aksi takdirde yapılmayacak bir uygulama iken bu uygulamayı yapıyorlar. Eş zamanlı belediyenin kapısını kırıyorlar. Avukatlarımız yetişiyor, belediye meclis üyelerimiz aramaya tanıklık etmek istiyorlar, "Hayır!" diyorlar. Ne evde ne belediyede avukat yok. Bilgisayarlara el koyuyorlar. "İmajları yok." Sadece ve sadece Zekeriya Öz'ün bir kumpas davasında yeltendiği, onun kararının da Anayasa Mahkemesince bu yüzden bozulduğu, imaj vermemişsin, pek çok davanın aramada polis yok diye bozulduğu için titizlikle aramasında avukat bulundurulduğu FETÖ'cü süreçlerin bile ilerisinde tek başlarına arıyorlar. "PKK dergisi bulduk. Bir roman bulduk, bunu sen yazıyordun. İçinde terörle ilgili ibarelere rastladık." diyorlar. "Bilgisayarın imajını aldık. Bilgisayara yazdığın her şey elimizde." diyorsun ama bizim avukatlara imaj vermiyorlar. Bilgisayarı alıyorlar, içini, o anki halini bize vermiyorlar ve buradaki delillerle de tutuklama yapıyorlar. Bakın, elimde Ahmet Özer tutuklamasıyla ilgili TRT'nin ve Anadolu Ajansı'nın alet edildiği üç yalan ve doğrusu var. Bunu, bir, "Ahmet Özer, DEM'lidir." Cevap: Bu yalan. 10 yıldır CHP üyesidir. İki kez milletvekili adayı olarak bu odaya geldi. Çayımı içti, çayımızı içti. Bizden destek istedi, milletvekili adayımızdır. Belediye başkan adayımızdır. "DEM belirlemiştir." diyorlar. "DEM'lidir." diyorlar. 10 yıldır CHP'lidir.

"Remzi Kartal'la görüştü." İddiadır. Saat yok, gün yok, kayıt yok, ama iki AKP milletvekilinin Remzi Kartal'la masada oturup yemek yemişliği var. Ve o iki AK Parti milletvekilinin o yediği yemek Erdoğan için ve Suriye'deki Kürt yönetimiyle bir diyalog arayışı olarak da meşrulaştırılmıştır. Üç, "Hesabına kaynağı belirsiz para geldi." Yalan! Yatan paranın kızının kira bedeli olduğu ispatlıdır. Yani üç büyük, üç büyük yalanla, üç deli saçmasıyla karşı karşıyayız ama bunu niye yapıyorlar birazdan göstereceğim. Bunun üstüne elbette gittik. Sağ olun, emeğinize sağlık. Toplandık, mücadele ettik, etmeye de devam ediyoruz. Bu kez sabah saatlerinde Mardin, Batman ve Halfeti belediye başkanlıklarına kayyum atadılar. Bizim her iki olaya farklı tavır almamızı kimse beklemesin. Eğer Esenyurt'a üzülüyorsan Mardin'e de üzüleceksin. Mardin'e tepkiliysen Esenyurt'a da tepki göstereceksin. Bunun en canlı tanığı Devlet Bey'dir, Devlet Bahçeli'dir. Biz Cumhuriyet Halk Partisi Cezaevleri ve Toplumsal Davaları İzleme Komitesi olarak 24. dönemde Cumhuriyet Halk Partisi'nden iki, MHP'den bir, AK Parti, MHP'den bir, o günkü BDP'den bugünkü DEM'den dört milletvekili tutukluydu. Üçünü de aynı anda ziyaret eden, DEM'le MHP'nin tutuklu milletvekillerini tek raporda birleştiren, Türkiye'de günlerce, aylarca gündemde tutan, partinin, milletvekilinin partisine bakmadan demokrasiyi ve anayasal hakları savunan bir partiyiz. Tarih bizi o süreçte aklı çıkardı. Tarih, o milletvekillerinin hepsinin FETÖ kumpasıyla içeride tutulduğunu, yaşananların da Tayyip Bey'in bilgisi dâhilinde cereyan ettiğini, bizim sonra yazdığımız sekiz kitaptan biri olan Balyoz Kumpası kitabının kapağını bile gününde açmayıp buna "Ateş olmayan yerden duman tütmez." diyen Erdoğan'ın 17-25 Aralık'tan sonra, 15 Temmuz'dan sonra "Milli ordumuza kumpas kurmuşlar." diye kitabın başlığını kullandığını bir kez daha hatırlatmak isterim. O yüzden kayyum olmayacak bir iştir. Kayyum atandıktan sonra belediye meclisini kadükleştirmek, işlevsizleştirmek, zoru görünce onu da görevden çekmek bütün belediye meclis üyelerine "Sen de teröristsin." demektir, hakarettir. Kayyum hangi partinin olursa olsun her demokratın karşı çıkması gereken bir meseledir.

Bugün Türkiye Belediyeler Birliği Başkanı sıfatıyla Sayın Ekrem İmamoğlu benden ve bütün muhalefet partisi liderlerinden randevu almıştır. Fevkalade isabetlidir. Bugün beni geçmişteki AK Parti pratiğinin aksine ortaya koyduğumuz net iradeyle AK Parti ve MHP'ye de teklif edilip reddedilen, diğer partilerin kabulüyle oluşturulmuş encümenimiz yani Türkiye Belediyeler Birliği'nin yönetim kurulu ziyaret etti. İçlerinde İYİ Partili var, içlerinde DEM'li var, Yeniden Refah'lı var, CHP'li var. Diyorlar ki hep beraber: "Kayyum antidemokratiktir, haksızlıktır. Bununla bu meclis mücadele etmelidir." Onlara randevu veren bütün liderlere yürekten teşekkür ediyorum. Randevu vermeyen lidere de el uzatıp elimi havada bırakmayın biliyorsunuz. Başka elleri havada bırakıyorsunuz. Samimiyetsizliğinizi bizzat ortaya koyuyorsunuz. İstenilen randevu şahsi randevu değildir. İstenilen randevu siyasi randevu değildir. Türkiye Belediyeler Birliği'nin sizin de belediyelerinizin içinde olduğu "Gelin, yönetime girelim. Birlikte girelim. Eskiden AK Parti tek başına yönetiyordu. Hepimiz yönetelim." dediğimiz heyettir. Heyetin derdi demokrasi, halkın iradesi, yerel yönetimlerin öneminin altını çizmektir.

Ve önemli gördüğüm bir girişimdir. Burada, dün haberi aldığımda televizyon izliyorum. Yanımda siyaset arkadaşlarım, danışman arkadaşlarım var. Sabah kahvaltısı yapılıyor ve o sırada kayyum haberi düştü. Mardin'e, Ahmet Türk'e. Tam Diyarbakır'dan Mardin'e geçerken, Tusaş'ımıza saldırılmıştı. O yüzden şöyle ekrana bakarken bir ses duydum. "Siz gitmeden belediye başkanlığından aldılar." Dedim ki: "Alamazlar. Gideceğim, bugün Ahmet Türk'ü ziyaret edeceğim. Mardin'in belediyesinin başkanının kim olduğuna, o şehrin emininin kim olduğuna Recep Tayyip Erdoğan'ın kumpasları değil, Mardin halkı karar vermiştir." dedim.

Ben doğmadan bir yıl önce bu partinin milletvekili. Bu Mecliste iki kez CHP, iki kez SHP, iki kez DEP ve çizgisindeki partilerden milletvekili. Her seferinde rekor oylarla seçilen, ağzından silah, çatışma, terör değil her zaman barış, kardeşlik, uzlaşı duyduğumuz, Mardin'in barış güvercini. Devlet Bahçeli'nin dahi hem kayyum atanmasını sözde olumlayıp bir sonraki paragrafta olumlu şeyler söylemek zorunda gördüğü bilge bir kanaat önderini maalesef üçüncü kez Mardin halkı seçiyor ve kayyum atıyorlar. Gerekçe ne kayyum atamasında? Gerekçe net. Diyorlar ki: "Bunlar terörle ilişkili. Paralar teröre gidiyor." Bir ispat bulamadılar. Paralar teröre gidiyor ve teröre giden bu paraları bizim kayyum o ile harcayacak. Çok destekleyeceğiz ve bundan sonra bir daha bu partiler kazanmayacak. Kendi seçmenlerini böyle ikna ediyorlar. Böyle ikna ediyorlar. Sonuç: İlk kayyum atandığında yüzde 51'le gelmişti Ahmet Türk. İkinci kayyumdan sonra yüzde 56'yla geldi. Bu son seçimde yüzde 57. Yani ne atadığınız kayyum iyi hizmetle halkı ikna edebilmiş ne de yaptığınız itibar suikastı Ahmet Türk'ün toplumdaki algısını düşürebilmiş, onun demokratik zırhının içine işleyebilmiştir. Onun için bir kez daha söylüyorum ki kayyum kararları siyasi kumpaslardır, bu milletin vicdanından dönmüştür, dönmeye de devam edecektir.

İktidarın neden bu yola saptığını görmemiz lazım. Vatandaşın gerçek gündemi konuşulmasından nasıl rahatsız olduklarını söylemiştim. Ne yaparsanız yapın, bu ülkenin gerçek gündemini unutturmanıza izin vermeyeceğiz. Vatandaşın karşı karşıya olduğu derin ekonomik sorunları perdelemenize izin vermeyeceğiz ve konuşacağız. TÜİK'e göre Ekim ayında enflasyon yüzde 48,6 çıktı ve yıllık enflasyon yüzde 39,7. Şimdiden Merkez Bankası'nın yıllık yüzde 38 olan, ki iki kez revize ederek düzelttiler, enflasyon hedefi 10. aydan aşıldı. Yani şu anda yıl sonunda yapacağız dedikleri enflasyon 10. aydan gerçekleşti. Bundan sonra olanlar hedeften sapmalar ki bu hedefi iki kere, iki kere değiştirdiler. Ve Mehmet Şimşek Mayıs'a göre, bu Mayıs'a göre enflasyonun gerilediğini söyleyerek vatandaşı avutmaya çalışıyor. Bir, bir; enflasyon sıfırsa hayat pahalılığı durur. Her enflasyonda fiyatlar artıyor demektir. 50 ise 100 liralık mal 150 olur, 40'sa 140 olur. Enflasyon sıfır olmadan hayat pahalılığı durmaz, altın kural bir. İkincisi, Mayıs ayı ile karşılaştırıyor enflasyonu. Oysa son seçimden beri, Erdoğan geldikten beri. Mehmet Şimşek evet görevde ama atayan kalem Erdoğan. Erdoğan geldikten beri mazot, bu son seçimde, "Oyun verin, oyunu bana verin çözeceğim. Bunlara vermeyin. Vatanı böldürecekler, bayrağı indirecekler, ezanı durduracaklar, susturacaklar." deyip vatandaşı yoksulluğuna rağmen, vatandaşı hayat pahalılığına rağmen kandırıp iktidarda kalanlar; 17 ay önce mazot 19,37, şimdi 42,90. Artış yüzde 121. Benzin 21 liradan 43 olmuş. Euro 22'den 37, dolar 20'den 34, enflasyon 38'den 48. Mehmet Şimşek, enflasyonu düşürecek Şimşek geldiğinde enflasyon 38, bugün 48. Öyle bir algı yaratıyorlar ki Şimşek geldiğinde 80'di, şimdi 38'e indi, yarın 8'e de iner. Geldiğinde 38'di, şimdi 48. Beyaz peynir 150 liraydı, 252 lira. Zeytinyağı 130 liraydı, 330 lira. Kıyma 340 liraydı, 558 lira. İşte size Mehmet Şimşek, işte size Recep Tayyip Erdoğan. Son seçimden bugüne kadar.

"Asgari ücrette kabul edilebilir son fiyat 30"

Bu enflasyonla yeniden değerleme oranı yüzde 44 oldu. Bu şu demek: 4 Ocak günü sabahleyin iğneden ipliğe, devletin sizden aldığı her paraya yüzde 44 zam gelecek. En az yüzde 44, 66'ya kadar arttırmaya da yetkisi var. Ama 17.000 liralık asgari ücret fiilen 10.000 liraya düşmüş, verildiği günkü satın alma gücüyle. Temmuz'da zam yapmadılar. Şimdi de başladılar, "Enflasyona göre değil, hedef enflasyona göre vereceğiz." Bunu yerleştirmeye çalışıyorlar. Yani asgari ücretliye şu enflasyon farkını bile vermeyip kendi hedeflerine göre verip asgari ücretliyi bir yıl daha ezmeye çalışıyorlar. Buradan açıkça bütün sendikalara sesleniyorum, yeni yeni kendisine gelenlere, görevlerini hatırlayanlara, her ay açlık fiyatı, açlık ve yoksulluk rakamı açıklayanlara söylüyorum: Biz büyük bir mücadele vereceğiz asgari ücret için. Hepinizin, her işçiden, daha evladının sütü alınmadan maaştan sendika aidatı kesenlere; eğer asgari ücrete hak ettiği zam yapılmazsa, ki hak eden zam gerçek zam, yani asgari ücretlinin yaşadığı, asgari ücretlinin yaşadığı tüketim, asgari ücretlinin kendi enflasyonunu giderecek zam yüzde 80'dir, 35.000 liradır. Ama hiç değilse hak ettiği, beklediği ve biraz olsun nefes alacağı 30.000 lira asgari ücreti hep beraber savunalım ve buradan seslenelim ki: "Asgari ücrette kabul edilebilir son fiyat 30. 30 yoksa biz bu işte yokuz." diyebiliyorsanız biz bu parayı alırız. Bu mücadeleye davet ediyorum herkesi. Ve biraz önce söyledim, ne istiyorlar? Bazı şeyler konuşulmasın, bazı şeyler konuşulsun.

Kaynak: Haber Merkezi